
Oyuncak Şehir
Eğitimci ve yazar Sam Seidel Amerika Minnesota’da bir “charter school”* da çalışıyor. Hip hop kültüründen etkilenen ve bu kültürü eğitime uygulamak isteyen Seidel, hip hop kültüründeki “flipping something outta nothing” (hiçbir şeyi bir şeye dönüştürmek) fikrini yazdığı “Hip Hop Dehası” adlı kitabında anlatıyor. Çalıştığı okul yenilikçi, öğrencilerin daha fazla insiyatif aldığı ve teknolojinin, iş hayatının ve iş birliğinin fazlasıyla yer aldığı bir okul. Aynı “hip hop”ta olduğu gibi disco, funk, rock, blues gibi farklı tarzların bir araya gelerek yepyeni bir kültür oluşturmasını neden eğitimde de uygulamıyoruz diyerek yola çıkıyor Seidel. İçgüdünün, özgüvenin ve marifetin birleşerek içinde bulunduğumuz toplumu dönüştüreceğine inanıyor. Hiçbir şeyden bir şeye yolculuğunda kaynak sıkıntısı genç zihinlere fırsatlar yaratarak yaratıcı kaynaklar ortaya çıkarıyor. Konserve kutularını uydu antenine dönüştüren, gramafonun dönen tablasını sokak lambaları için kullanan, vinil döşemeleri dans edilen düzgün zeminlere benzeten yine öğrencilerinin hip hop zihinleri. İşe yaramaz bir şeyi al ve ihtiyaç duyulan bambaşka bir şeye dönüştür! Aynı Anne Hofmann’ın “Balıkçı Osman” adlı çocuk kitabındaki gibi. Balıkçı Osman’ın denizden topladığı çer çöpü benzersiz ve yaratıcı buluşlara dönüştürüp insanlarla paylaştığı o güzel öyküsü Sam Seidel’in okulunda can bulmuş.
Seidel’in okulunda öğrencilerine sunduğu bakış açısı, okul dışında da öğrencilerin öğrenmeye devam edişlerindeki tutkuları ve kendi günlük hayatlarını kontrol etmelerindeki basiretleri Üstün Dökmen’in “Oyuncak Şehir” hikayesini akla getiriyor. Bir oyuncakçı dükkanında gördüğü devasa oyuncak şehire hayran kalan ve ona sahip olmak isteyen Doruk annesine bir türlü onu alması için ısrar edemiyor. Çünkü biliyor ki oyuncak şehir çok pahalı ve ailesi ücreti karşılayamayabilir. Üstelik çok da yer kaplıyor, dolayısıyla evlerinde bu devasa ama muhteşem şehri saklayacakları yerleri yok. Doruk eve döndüğünde arkadaşı Duru’ya oyuncak şehirden bahsediyor ve büyüyünce mutlaka onu alacağını söylüyor. Duru da belki büyüdüğünde o oyuncağı sevmezsin ve istemezsin diyor. İki arkadaş umutsuzca düşünürken Duru’nun aklına bir fikir geliyor. “Hadi o oyuncak şehri biz yapalım!” Kağıtları, kartonları ve yaratıcılıklarını ortaya koyuyorlar ve bir o kadar da güzel oyuncak şehiri kendileri yapıyorlar. Tasarım dünyasında prototip dediğimiz bu karton model bahçede kuracakları asıl şehire bırakıyor kendini. Hem de bu şehir Doruk’un oyuncakçı dükkanında gördüğünden çok daha güzel. Yolları, köprüleri, binaları ve nehirleri var. Gören tüm yetişkinler hayranlıkla bakıyorlar bu güzel şehire. Ya Doruk’un annesi o oyuncak şehri alsaydı diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Belki de iki gün sonra onunla oynamaktan sıkılacaktı. Bizler çocuklarımızı hazırcılığa mı yönlendiriyoruz acaba? Yoksa onlarında “hiçbir şeyden bir şey” yaratmalarını sağlayacak fırsatları yaratamıyor muyuz?
Bu hikayeyi çocuklar ve aileler kesinlikle dinlemeli diyebilirsiniz. Evet haksız da değilsiniz. Üzülerek görüyoruz ki etrafımız çocuklarımızı hazırcılığa ve kolaycılığa alıştırdığımız pek çok örnekle dolup taşıyor. Bir 8. sınıf annesinin liseye hazırlık için çocuğu dershaneye giderken, kendisinin de onunla birlikte derse girdiğini duyunca dehşete kapıldım. Bir yandan bu durumu pek çok farklı sebebe bağlarken asıl meselenin çocuğunun “not tutmaya” vakit harcamasını önlemek için onun yerine not tutmak amacıyla derse girdiğini öğrendim. Bu gerçek hikaye daha büyük bir soruyu kendimize sormamız gerektiğini düşündürüyor. Her şeyi çocuklarımıza altın tepside sunarak ve onları pamuklara sararak onlara daha büyük bir kötülük mü yapıyoruz? “Her şeyden hiçbir şeye” mi aslında yolculuğumuz?
Peki biz öğretmenler öğrencilerimizin kendi sorumluluklarını alarak zorluklarla ve imkansızlıklarla baş etmelerini sağlamak için neler yapabiliriz? Öncelikle onların sahip oldukları imkanları nasıl etkili bir şekilde kullanabileceklerini ve zorlukları nasıl yeni bir fırsata dönüştürebileceklerini öğretmeliyiz. Sonrasında biz öğretmenler olarak kendi uygulamalarımızda bu yaklaşımı sergileyerek rol model olmalıyız. Seidel’in “hiçbir şeyden bir şeye” yaklaşımını önce kendi sınıfınızda öğretim tasarımlarınızı hazırlarken uygulayarak işe başlayabilirsiniz. Farklı parçaları bir araya getirerek öğrencilerin ihtiyacına yönelik uygulamalar geliştirebilirsiniz. Tek bir modeli ya da yıllar boyu uyguladığınız gelenekselleşmiş yöntemlerinizi yinelemek yerine katıldığınız konferanslarda gördüğünüz iyi örnekleri, meslektaşlarınızın uyguladığı bir stratejiyi ya da okuduğuz bir blog yazısındaki teknolojiyi birleştirerek yepyeni bir öğretim tasarımı ortaya çıkarabilirsiniz. Örneğin proje tabanlı öğrenme modelini, yetkinlik tabanlı ölçme değerlendirme modeliyle birleştirip içine biraz da öğrenci liderliği saçabilirsiniz. İşte şimdi size has bir hip hop öğretim tasarımı oldu bile. Şunu aklınızdan asla çıkarmayın. Eğer Seidel’in hip hop kültürüne has bir öğretim tasarımı modelinin peşindeyseniz, her şeyin hızlı değişiyor olduğunu kabul etmeli ve yenilikçi bakış açısını ısrarla sürdürmelisiniz.